26 Nisan 2025 Cumartesi

Hatırla(n)mak En önemlisi



Hatırla(n)mak En önemlisi


İnternet ve email henüz yokken ve cep telefonlarının henüz cıkmaya zamanlardı . 

" Tanıdığın ve tanıştığın kim varsa , dogum tarihlerini al , doğum günü tebriği mail et, kimsenin hatırlamadığım zaman , hatırlanmak , seni asla unutturmaz " demişti babam. Bunu yap(a)madığım için hala pişmanlık duyarım. 

Dogum günüm ve Anniversary ( 24-25 ) ozellikle ayni gune kaydetmiştim sosyal medyada . 

Insan biriktirmek bu olsa gerek . İnsanız hayatına yaptığı en büyük yatırım. 

52 yaşı kutlarken, 50 yıllık arkadaşın tarafından bile hatırlanmak. Tarifi yok. 

İnsan biriktirmek çok özel. Daha da önemlisi , ANI biriktirmek hep birlikte.

Cogu zaman , bir insani , sevmek için tanıyacak zamanın bile olmaz , o anlık saygı bile , seni kişinin hafızasında kalıcı yapabilir. 

Sevmek zorunda değilsiniz , saygı duymak bir insan olmanın gerekliliğidir. Doğrusu , bu kadarını beklemiyordum.

En derin teşekkürlerimle , 

                                        Yigit Brave Cesur | Apr 26, 2025

-----------------------

Being Remembered is the most.


It was a time when there was no internet and email and mobile phones were just coming out. 

"Get the birth dates of everyone you know and meet, send them birthday wishes, when no one remembers you, being remembered will never make you forget you" my father said. I still regret not being able to do this. 

I had especially saved my birthday and Anniversary (24-25) on the same day on social media. 

This must be what it means to collect people. It is the biggest investment a person makes in their life. 

Being remembered even by your friend of 50 years while celebrating your 52nd birthday. There is no way to describe it. 

Collecting people is very special. More importantly, collecting memories together. 

Most of the time, you don't even have time to know a person in order to love them, even that momentary respect can make you permanent in their memory. 

 You don't have to love, respect is a necessity of being a human. Honestly, I didn't expect this much.

With my deepest thanks,

                                                          —Yigit Brave Cesur | Apr 26, 2025

25 Nisan 2025 Cuma

Yazmak uzerine

 

Yazmak uzerine

Belki de yazmanin zamani geldi. Oyle cok satır biriktirmişim ki, kimselere dile getiremediğim kelimelerimde. Kah şiirler, kah satır karalamalarımda.


Hep dusundum , neden en guzel romanlar veya siirler , yazanin ,en yalnizligindan yazilmistir.  yalnızlığı içine çekemediginde , o kalem hic bir sey yazmiyor ben de çünkü.

 Belki de once yalnizligi anlaman gerek , kendini anlaman gerek . 

.

Yalnızlık, yazmanın en verimli toprağıdır belki de. O sessizlik, yalnızlığı tanimlar. O sessizlik , dört duvar arasinda yaninda birileri varken , seni hic duymamalarıdır.. Bazen çok karanlık insana. 


Bazen o yazdigin o kelimeler , sessizliğin içinde çığlık gibi gelir. 


Kelimeler, avuçlarının arasından kayıp giderken, sen onları yakalamaya çalışırsın. Bazen tutamazsın,Bazen tuttuğunu sanırsın ama aslında o kelimeler, çoktan seni ele geçirmiştir bile.

Belki tamamen değil, ama her kelime, seni biraz daha kendine yaklaştırır.


Yere dökülen kelimeler, belki de yalnizliginin yankisidir. Kim duyar bilmiyorum, ama yazdıkça sen duyarsın kendini. Yazmak bu anlarda , bir dipsiz kuyuda , kuyuya ip sarkitmak gibi hissettirir.


Ben hic karanlıktan korkmadım bilir misin?  


Zaten dinleyen yoksa , okuyaninda olmaz diye avut kendini , yaz gitsin.


Yazarlar, yalnızdır. Yalnızlar, cesurdur. Cümlelerin arkasında dedikodu yapmadan yaşarlar. Bazen adını yasar gibi yaşamak gerekir. Yiğit, Brave, Cesur.


                                                    —Yigit Brave Cesur |  Apr 25,2024



========================================================




On Writing


Maybe it's time to write. I have accumulated so many lines in my words that I can't express to anyone. Sometimes poems, sometimes in my scribbles.


I've always wondered why the most beautiful novels or poems are written from the loneliest times of the writer. When you can't breathe in loneliness, that pen doesn't write anything either.


Maybe you need to understand loneliness first, you need to understand yourself.


Loneliness is perhaps the most fertile soil for writing. That silence defines loneliness. That silence is when someone is with you between four walls and they never hear you.. Sometimes it's very dark for a person.


Sometimes those words you write sound like a scream in the silence.


While the words slip through your palms, you try to catch them. Sometimes you can't hold it in, Sometimes you think you can, but in fact those words have already taken over you.


Maybe not completely, but each word brings you a little closer to yourself.


The words that fall to the ground are perhaps the echo of your loneliness. I don't know who hears it, but as you write, you hear yourself. Writing at these moments feels like lowering a rope into a bottomless well.


Do you know that I've never been afraid of the dark?


If there's no one listening, no one reading, console yourself, and let it go.


Writers are lonely. Loners are brave. They live without gossiping behind sentences. Sometimes you have to live your name as if you're living it. Hero(Yigit) ,Brave, Courageous (Cesur) .


                                                    —Yigit Brave Cesur |  Apr 25,2024


19 Nisan 2025 Cumartesi

Hikâyeyi kim anlatıyor?

Hikâyeyi kim anlatıyor?


Senarist de bir yazar değil mi? 

Ne bir edebiyat eleştirmeni ne de bir sinema yorumcusuyum. Ama iyi bir okuyucuyum ve iyi bir film izleyicisiyim. Geçenlerde bir film izlemeye başladım. O kadar içine girdim ki, hikâye bana tanıdık geldi. İçimden dedim ki: "Bu kesin bir kitaptan uyarlanmıştır." Hemen filmi durdurup telefona sarıldım: "X filmi kitap uyarlaması mı?" diye arattım.

Sonra bir anda durdum.

Ya bu hikâye özgünse? Ya bir senarist yazdıysa?
Neden ilk aklıma gelen şey, “Hangi kitaptan uyarlandı?” oldu?

Kendime haksızlık ettiğimi düşündüm… Ya da bir başkasına.

İşte o an fark ettim — çoğumuz gibi ben de senaristi arka plana itmişim. Oysa film beni içine çektiyse, karakterler bana gerçek geldiyse, hikâye beni etkilediyse… bunu kim başardı?

Senarist de bir yazar değil mi?

Yazarlar hayal kurar deriz; peki senaristler kurmaz mı? Yazar karakter yaratır, olay örgüsü kurar, duygu aktarır. Aynısını senaristler de yapar. Peki neden biri “yazar” olurken diğeri sadece “teknik bir çalışan” gibi görülür?

Çünkü senarist yazdığında ortaya bir kitap değil de bir senaryo çıkar. İşte o zaman her şey değişir. Ne garip, değil mi? Hikâye onların aklından çıkar, ama afişte isimleri en küçük puntoda yer alır — ya da hiç yer almaz. Herkes oyuncuyu över, yönetmeni över, müziği över. Senarist? Görünmeyen bir kalem gibi…

Oysa tek fark, anlatma biçimi.
Biri okumamız için yazar, diğeri izlememiz için.

Bir roman filme uyarlandığında, “X kitabından uyarlanmıştır” deriz. Kitap zaten raflardadır, adı da yazarı da bilinir.

Peki ya tam tersi olduğunda? Bir senarist film yazar, film çok popüler olur, sonra bu filmden bir kitap yazılır… O kitapta senaristin adı geçer mi?

Çoğu zaman hayır.
Filmden romana dönüşen hikâye, sanki gökten düşmüş gibi sunulur.

Yaratıcılığı biçimlere bölmek, hikâyeyi küçültmekten başka bir şey değildir. Senaryo da bir edebi metindir. Roman bazen sadece sahnelerden ibarettir. Takip etmemiz gereken şey hikâyenin izi olmalı, kalıplar değil.

  Filmlerde veya tiyatroda duyduğumuz bazı replikler, kitaplarda veya felsefe kitaplarında bile bulunmayabilir. Bu, senaristlerin özgün ve etkileyici diyaloglar yaratabildiğinin bir göstergesidir.

 20 yıl önce bir senaristin yazdığı bir senaryonun bugün filmlerde karşımıza çıkabilmesi, senaryoların zaman ötesi bir değer taşıyabileceğini gösteriyor.

 İnsanların okuma alışkanlığının cok azaldığı günümüzde, filmler aracılığıyla öğrenilen bilgilerin gerçek hayatta "kendi birikimi" gibi anlatılması, senaryoların ve filmlerin ne kadar etkili birer anlatı aracı olduğunu ortaya koyuyor.

Çünkü aslolan biçim değil, anlatımdır.
Hikâye anlatan herkes yazardır. Nokta.

Aklımdan geçen başka bir düşünce: Bir roman filme uyarlandığında yazarın adı gururla söylenir. Film yorumları bile “kitabını okuyan var mı?” diye başlar. Ama bir film senaryosundan kitap yazıldığında neden kimse “senaryodan uyarlandı” demez? Hatta çoğu zaman, o kitap senaristin adını bile taşımaz.

Mesela Esaretin Bedeli, Stephen King'in öyküsünden uyarlandı denir ve herkes bilir. Ama Inception bir roman olsaydı, Christopher Nolan’ın adı kapağa yazılır mıydı, emin değilim.

Trajikomik bir gerçek: Shakespeare bir oyun yazarıydı. Bugün yaşasaydı, belki de ona sadece “dizi yazarı” derlerdi.

Kitap yazarsan “büyük edebiyatçı” olursun. Senaryo yazarsan en fazla “diyaloglar iyiydi” derler. Sanki senarist, yönetmenin emrinde çalışan bir metin ustası. Oysa yönetmen, senaryo olmadan film çekemez. Ama yazar, kitabını tek başına yazabilir.

J.K. Rowling, Harry Potter filmlerinden milyonlar kazanıyor. Ama özgün senaryo yazan birçok senarist, tek seferlik ücretle yetinmek zorunda kalıyor. Game of Thrones kitapken yazarın adıyla büyüdü. Ama diziye uyarlayan senaristler, hep arka planda kaldı.

Yine kafam karıştı: O romanı filme uyarlayan da bir senarist değil mi?
O da yazmıyor mu?

Bir roman yazarı olmadan kitap olmaz. Ama bir senarist olmadan da film olmaz.
Ve çoğu zaman senarist hem yazarıdır hikâyenin, hem mimarıdır yapının. Hem duyguyu, hem görselliği kurar.

(Not: Bu yazıyı senaryoya dönüştürsem, kimse yazarının kim olduğunu sormazdı.)

Aklıma gelen başka bir şey: Neden neredeyse hiç “senaryodan uyarlanmıştır” ifadesi görmeyiz?

Şimdi de tiyatro geldi aklıma. Opera... Neyse, beynimin ayar düğmeleriyle fazla oynamayayım. 😅

Buradan senaristlere bir önerim var: Bir sonraki senaryonuzu yazmayın. Onu roman olarak yazın. İşte o zaman herkes dikkate alacak.
(Ta ki bir sonraki grev olana kadar.)

Bir dahaki sefere etkileyici bir film izlediğinizde, jenerikte senaristin adını arayın.
Çünkü o görüntülerin, o duyguların arkasında bir yazar var.
Gerçek bir yazar. Bildikleriniz gibi.

Yalnızca Kitaptaki Yazarı mı Aramalıyız?

Ve belki de artık hep birlikte şöyle demenin zamanı geldi:
Senarist de yazardır.

Bazıları itiraz edebilir: "Senaryo ayrı, kitap ayrı—birbirine karıştırmayın!" Tabii ki farklılar—biri sahnelerle, diğeri sayfalarla yazar. Ama bu, anlatıcının emeğini küçültmez. Tıpkı bir ressamla bir grafik tasarımcıyı, bir ticari pilotla bir özel jet pilotunu, bir gazeteciyle bir kurmaca yazarını ya da bir veri bilimciyle bir veri analistini ayırdığımız gibi... Sonuçta herkes bir kalem tutar (ya da klavyeye dokunur). Herkes kendi yolundan yazsın—ben hepsini keyifle okurum.

Sonuçta, her hikayede biraz kendimizden bir şeyler bulmuyor muyuz?

                                        —Yigit Brave Cesur | Apr 19, 2025


-------------------------------------------------------------------------------------------


Who’s Telling the Story?

Isn’t the screenwriter a writer too?

I’m not a literary critic or a film reviewer. But I’m a good reader and a keen movie watcher. Recently, I started watching a film. I got so immersed in it that the story felt familiar. I thought to myself, “This must be based on a book.” I immediately paused the movie, grabbed my phone, and searched: “Is [X Movie] based on a novel?”

Then suddenly, I stopped.

What if this story is original?
What if it was written by a screenwriter?
Why was my first instinct to ask, “What book is this adapted from?”

I felt like I had done someone an injustice — maybe even myself.

That’s when I realized — like many others, I had pushed the screenwriter into the background. Yet if the film drew me in, if the characters felt real, if the story moved me… who accomplished that?

Isn’t the screenwriter a writer too?

We say writers imagine worlds — don’t screenwriters do the same? Writers create characters, weave plots, convey emotions. Screenwriters do all of that too. So why is one called a “writer” and the other seen as just a “technician”?

Because when a screenwriter writes, the result isn’t a novel — it’s a script. And that changes everything. Strange, isn’t it? The story comes from their mind, but their name is in the tiniest font on the movie poster — if it’s there at all. Everyone praises the actors, the director, the soundtrack. The screenwriter? Invisible. Like a ghost with a pen.

And yet, the only difference is in how the story is told.
One writes for us to read.
The other writes for us to watch.

When a novel is turned into a film, we proudly say: “Adapted from the book by X.” The book is already on shelves, the author’s name well known.

But what about the reverse? A screenwriter writes a film, it becomes hugely popular, and then a novel is written based on the movie… Does that novel mention the screenwriter’s name?

Most of the time, no.
The story, adapted from the film, is presented as if it fell from the sky.

Dividing creativity by format only diminishes storytelling. A screenplay is a literary work. Sometimes a novel is nothing more than a sequence of scenes. What matters isn’t the shape of the story, but the story itself.

Some of the unforgettable and magnificent lines we hear in movies or theater may not even be found in books or philosophy books. This is an indication that screenwriters can create original and impressive dialogues.

The fact that a script written by a screenwriter 20 years ago can appear in movies today shows that screenplays can have a timeless value.

In today's world where people's reading habits have decreased a lot, the fact that information learned through movies is told as "their own accumulation" in real life reveals how effective scripts and movies are as narrative tools.

Because form doesn’t matter — storytelling does.
Anyone who tells a story is a writer. Period.

Here’s another thought: when a book is adapted into a film, the author is celebrated. Even reviews start with “Have you read the book?” But when a film becomes a book, no one says “Adapted from the screenplay.” Often, the screenwriter’s name doesn’t even appear.

Take The Shawshank Redemption — everyone knows it was adapted from a Stephen King story. But what if Inception had been a novel first? Would Christopher Nolan’s name have appeared proudly on the cover? I’m not so sure.

Here’s a tragicomic truth: Shakespeare was a playwright. If he were alive today, we might just call him a TV- Soap Opera  writer.

Write a book, and you’re a literary giant.
Write a screenplay, and the best you’ll hear is “the dialogue was good.”
As if the screenwriter is just a text technician serving the director.
But a director can’t shoot a film without a screenplay.
A novelist can write a book alone — but so can a screenwriter craft a story from scratch.

J.K. Rowling makes millions from the Harry Potter films.
But original screenwriters often settle for a one-time payment.
Game of Thrones gained fame with the author’s name.
But the screenwriters who adapted it for TV stayed in the shadows.

Wait a minute — the person adapting the book into a film… is also a screenwriter, right?
Aren’t they writing too?

There’s no novel without a writer.
But there’s no movie without a screenwriter either.

And often, the screenwriter is both the author of the story and the architect of its structure — shaping emotion and vision.

(Note: If I had turned this essay into a screenplay, no one would ask who wrote it.)

Here’s another thing I wonder: Why don’t we ever see “Adapted from a screenplay” on book covers?

Now I’m thinking about theater. And opera.
Maybe I should stop playing with the dials in my brain. 😅

So here’s a humble suggestion to screenwriters:
Next time, don’t write a screenplay.
Write it as a novel first.
Then everyone will take it seriously.
(At least until the next writers’ strike.)

Next time you watch a great film, look for the screenwriter’s name in the credits.

Because behind those images, behind those emotions, there is a writer.

A real writer. Just like the ones you already admire.

Should We Only Look for the Author on the Book Cover?
Maybe it’s time we all said this, together:

The screenwriter is a writer I call as Author too.

Some might object: "A screenplay is one thing, a book is another—don’t mix them up!" Sure, they’re different—one writes in scenes, the other in pages. But that doesn’t diminish the storyteller’s effort. Just like we distinguish between a painter and a graphic designer, a commercial pilot and a private jet pilot, a journalist and a fiction writer, or a data scientist and a data analyst… in the end, everyone holds a pen (or a keyboard). Let everyone write in their own way—I'll gladly read them all.

After all, isn’t there a little piece of ourselves in every story?

                                                                            Yigit Brave Cesur | Apr 19, 2025

8 Nisan 2025 Salı

Başarı Demode Olduysa?


Başarı Demode Olduysa?  


Başarı mı? 
"Başarılı" diye övündüğümüz kavram, aslında bize ait bile değil.Artık demode.

Sistemin dayattığı bir "checklist" gibi. Daha çok para, daha çok takipçi, daha çok unvan...  

Asıl trend, bıraktığın ölçülebilir etki ("etkili")ve optimize edilmiş çabanın getirdiği verimlilik ("verimli"). 
Sizce , Maddiyat, algıyı değil, dikkati yönetmiyor mu?  Dikkatimizi satın alan sistem, gerçek değeri görmemizi engeller.
Ama gerçek değer yarattığın sonuçlarda saklı.  
Unutmayın, gürültü yapan değil, fark yaratan iz bırakır.

Gürültüye aldananlar geçici tatminlerle yetinirken, "fark yaratan sessizlik" asıl devrimi yaratıyor. Simyacı misali, değersiz görüneni dönüştürenler, algoritmaları değil kültürü değiştiriyor.  

Tıpkı simyacıların kurşunu altına çevirme arayışı gibi, kültürel simyacılar da: ( Biraz kendime entel süsü mü verdim burada 😉 )
- Gündelik rutinleri anlamlı ritüellere,  
- Sıradan fikirleri devrimsel hareketlere,  
- Toplumsal 'gürültü'yü sessiz ama kalıcı izlere dönüştürür. 
 
Tarihte buna ornekleyebilecegimiz  cok fazla kisi ve tecrubelere sahibiz.

Özetle: "Başarı"nın yeni tanımı, optimize edilmiş çabayla üretilen kalıcı değerdir.

Gürültüyü duyar gibiyim. 
Simyayı , altına donusturmek size kalmış.

Gerçek simya, başarıyı değil anlamı dönüştürmekte.
                                                                                 

                                                   —Yigit Brave Cesur | Apr 8, 2025





7 Nisan 2025 Pazartesi

Bir Makine Öğrenmesi Tutkununun Büyü Defteri ve Kirli İtiraflar

 



Bir Makine Öğrenmesi Tutkununun Büyü Defteri ve Kirli İtirafları

 

Merhaba "from sklearn import hayat_kurtar" dostlarım! Bugün, ML yolculuğumdaki "fit() basınca her şey hallolur" safsatasından, "neden çalışmadı?" çığlıklarına uzanan trajikomik hikayemi anlatacağım. Veri büyüsü yaparken düştüğüm çukurlar, yaktığımız modeller ve öğrendiğimiz  dersler. Hazırsanız, ezberci büyücülüktenakıl yürütme bilgeliğine giden yolda kaybettiğimiz "accuracy"ları bulalım!

 

"Mükemmelmiş Gibi Davran, Kimse Sorgulamaz!"

 



1. Fit() Tuşuna Basınca Her Şeyi Çözdüğümüzü Sandığımız O Masum Günler

"Kod çalıştı, accuracy %90! Ben bir dahiyim!" diye LinkedIn’e post atarken, aslında:

  • Hiperparametrelerle kumar oynayan bir korsan,
  • Val_loss’a körü körüne inanan bir hacı,
  • Ve "Neden bu model?" sorusuna "Çünkü Kaggle'da popüler!" diyen bir kopyala-yapıştır ustasıydım.

Gerçek şu: Scikit-learn'de fit() demek, mikrodalgaya su koyup "Çay yaptım!" demeye benziyor. , veya pizza atıp şef olmaya benziyor.




2. İstatistik Bilmezsek, Model Bizi Bilir Mi?

Bir eğitmen "İstatistik önemli ama şart değil" deyince, içimdeki normal dağılım anormal oldu. İtiraf ediyorum:

  • Confusion Matrix’i, hayatımdaki karmaşayla karıştırdım.
  • Dağılım? "Dağınık masaüstüm gibi bir şey herhalde
  • p-değerini, Puan mı veriyorlar?"  .
  • Gradient Descent’i, bisikletle yokuş aşağı kaymak zannettim.

İstatistik bilmeyen ML’ci, haritayı yakıp GPS’e güvenen gezgin  gibidir. Sonra "Neden kayboldum?" diye sorar.




3. Metriklerle Dans: Rakamlar Bize Yalan Söylemez, Ama Her Şeyi Anlatmaz!

"Accuracy %99! AUC 1.0!" diye sevinirken, modelin:

  • Kedileri kopek,
  • Krediyi reddettiği müşteriyi “Bitcoin al!" veya” Sansinizi Rulette deneyin” diye yönlendirdiğini fark etmiyoruz.
  • Ve SHAP’ın Marvel değil, modeli sorgulama aracı olduğunu fark etmedik. yoksa mahkeme kapısında *"Ama accuracy %95’ti!"* diye ağlarsınız

Not: Overfitting, sevgilinin "Seni asla bırakmam" deyip ertesi gün terk etmesi gibidir.




4. Makine Öğrenmesi Günlükleri: Biraz Karmaşa, Biraz Merak

Zamanla öğrendim ki ML, "doğru cevabı bulmak" değil, "yanlışın nerede olduğunu anlamak".

  • Model %90 doğru mu? Güzel, ama %10 hata nerede?
  • Feature Importance yoksa, model kararlarını "Rüyamda gördüm!" diye mi açıklayacağız?
  • Ethics? Evet, o bir şey yemek değil! Modeliniz "kadınlar teknik direktör olamaz" diyorsa, accuracy ne kadar yüksek olursa olsun yanlıştır!

Bu iş, "veriye dokunan sanat" ile "matematiğe dayanan bilim" arasında gidip gelmek.




5. Ustalaşma Yolu: Freni Anlamak

Backpropagation'ı anlamadan derin öğrenme yapmak, arabayla otobanda giderken frenin ne işe yaradığını bilmemek gibi. Bir gün duvara çarparsınız!

Çözüm:

  • "Nasıl çalışır?" diye sor.
  • "Neden çalışmıyor?" diye kazı.
  • "Bu karar adil mi?" diye dert et.

Unutmayın: Kütüphaneler sihir değil, araçtır. Gerçek ustalık, "import tensorflow" değil, "Bu tensor neden burada?" diye sormaktır.




6. Hiperparametre Avcıları: Random Search’ün Kurbanları

Hiperparametre optimizasyonu yaparken: 

- Grid Search ile tüm kombinasyonları deneyip, "En iyisi 42 numaralı ayar!" diye not alıyorsunuz. 

- Bayesian Optimization’ı duyunca, "Thomas Bayes’in torunu mu bu?" diye düşünüyorsunuz. 

 

Gerçek şu: Hiperparametre aramak, markette gözü kapalı çikolata seçip sonra hepsini tek tek tadıp “Aha! Bu fıstıklısıymış” demek gibi veya  radyo frekansı ayarlayıp “Şarkı güzel ama biraz cızırtılı, bir tık sola alayım…” diye uğraşmaya benziyor.




7. Etik mi Dediniz, Yeni Bir Python Library mi?

Modeliniz: 

- Kadın başvuruları görünce kredi oranını düşürüyor,

- İsimden etnik köken tahmini yapıyor ve “riskli” etiketini yapıştırıyor,

- Ve siz "Ama accuracy %95!" diye savunuyorsunuz. 

 

Tebrikler! "Etik? Ben NumPy ve Istatistik  biliyorum!"** rozetiniz hazır.  

Unutmayın: Bias’lı modeliniz bir gün sizi "adil algoritma" davasında bekliyor olacak.  

 



Son Söz: Buyucu olmayalim.

 

Neden herkes modelin iç dünyasını merak etmek yerine, LinkedIn'de "%99 AUC!" diye böbürleniyor? Belki de CV'mize "ML Uzmanı" yazınca egomuz tavan yapıyor. Ya da "gradient descent" ile "grand theft auto" arasındaki farkı bilmeden, en kolay terimleri seçip kendimizi kandırıyoruz.

Ama gerçek şu:

·         Kod yazmayı bırak, önce sor: "Bu model neden böyle çalışıyor?". Cunku , "Süper model" diye bir şey yoktur, "doğru soruya cevap veren model" vardır.

·         Kütüphaneler sihir değil, araçtır.Itiraf etmeliyim ki , bazen cok buyuk kisayollardir. Ama  import tensorflow yazmakla "Bu tensor neden burada?" diye sormak arasındaki fark, çırakla bilge arasındaki farktır.

·         Ethics dusun, Bias’lı veriyle beslenen model veya "Accuracy yüksekse sorun yok" demek, gerçek dünyada "kadınların maaşını düşük tahmin eden" bir sistem haline gelebilir. Bias'lı bir model, adalet mahkemesinde sizi bekleyen bir davadan farksızdır. Bu karar adil mi?

·         Ezberlemeyin, anlayın.  Sorularla yaptiginizi tekrar deneyin , baska metodlari sorgulayin modellerinizde. Ornegin , Aritmetik Mean yerine ‘ Geometrik Mean’ ile bir deneyeyim deyin.

·         Karistirmaktan , kurcalamaktan cekinmeyin , hatta bir cok seyi bir arada dusunun.

·         Sonuç almak değil"Bu sonuç gerçek dünyada neyi değiştirir?" diye sorgulayın.

  Çünkü bu iş:

 ·         "Veriye dokunan bir sanat" ile, "matematiğe dayanan bir bilim" arasında gidip gelmektir.

 

Yoksa elinizde: 

·        Çalışan bir model değil,
Çalışıyor gibi yapan bir illüzyon kalır.



P.S. Adam Optimizer’ın beta’sını hâlâ tam bilmiyorsanız, üzülmeyin. Hepimiz "import pandas as pd" yazıp hayata tutunuyoruz.

Not: Bu yazıyı okuyup "Acaba SHAP mı öğrensem?" diyenlere selam olsun!



For English 

                                                                      

                                                         —Yigit Brave Cesur | Apr 7, 2025

6 Nisan 2025 Pazar

Thales'in kuyusu






Thales’in Kuyusu


Thales, gözlerini gökyüzünden ve gezegenlerin hareketlerinden ayırmayan bir filozoftu.
Bilgiyi kazanç için değil, gerçeğe ulaşmak için arıyordu. Bir gün, bahçede yürürken, yukarıya öylesine
odaklanmıştı ki bir kuyuya düştü. İnsanlar onun bu hâline güldüler.

“Önünü bile göremeyen bu yaşlı adam, yıldızları nasıl anlayacak?” diye alay ettiler.

Hatta bazıları, “Madem bu kadar bilge, neden zengin değil?” diye sordu.

Belki haklıydılar. Ama sadece gördüklerine inananlardı, ya da sadece duyduklarina.Bu  sadece bir kazara düşüş değil; insanın bilgiyle hayat arasında kurmaya çalıştığı o hassas dengeydi.
Ama Thales’in amacı zenginlik ya da değersiz metalleri altına çevirmek değildi.O gun , Yine de, Thales,
insanlara bilginin değerini onların anlayacağı şekilde göstermek istedi. Ve dogru bildigini yapmaya
devam etti. Sahip olduğu bilgi sayesinde, bir sonraki baharda zeytin hasadının çok verimli olacağını
tahmin etti.

Civardaki tüm zeytin sıkma makinelerini satın aldı ve topladı. Zamanı geldiğinde, zeytinler Thales'in
tahmin ettiği gibi bol miktarda hasat verdi. Ancak, insanların elinde bu zeytinleri sıkıp yağını çıkaracak
yeterli sayıda makine yoktu. Thales, tüm makineleri toplamıştı ve kapısına gelip makine isteyen herkese
yüksek fiyattan satışını yaparak iyi bir kazanç elde etti.

Bu, sessiz ama derin bir direnişti. Kendi değerini sessizlikle gösteren bir insanın cevabıydı bu.

Thales’in kuyusu, insanın duygusal, finansal ve psikolojik olarak en dip noktasını görmesini simgeliyor.
Kuyu, bu derinliklerin, en zayıf, en kırılgan, belki de en kaybolmuş hissettiği anları ifade eder. Belki
de insan en büyük kararlarını, dibe çarptığı yerde verir. Kuyuların dibi bazen geleceğin filizlendiği
yerdir.
Ancak, bu düşüş, aslında bir ayağa kalkış hikayesidir—belki de hasadı alma zamanıdır.
Çünkü bazen en büyük hasat, kuyunun dibinde başlar.

Bu kuyu ,metaforunu ben cok sevdim.

Bazen kuyu ne kadar derin olursa olsun , gorebildigin sadece ya gokyuzu ya da yildizlardir, bir umut ,
bir direnis gibi. İşitme kaybı ve tinnitus, sesleri değil ama  Sessizlikten kaçamadım.
O yüzden içime döndüm. Belki de orası hep bekliyordu beni. ( Adini ne koyarlarsa koysunlar). 
Sessizlik geldiğinde, konuşmak değil, düşünmek istersin.
Düşündükçe içeriye doğru çekilirsin.
İçeride kalmak, bir sistem gerektirir — çünkü sessizlik dağınıklığı kaldırmaz.

Ve sistemin sürdürülebilmesi için ritim gerekir: bir tür süreklilik. Tekrar tekrar ve yine ve yeniden.
Çünkü biliyorum ki, insanlar değişir. Koşullar değişir. Hatta sen bile değişirsin. Her eksikliği ve
doğruluğu kabul ederek, bu oyun hep devam eder.

Her birey, bu oyunda kalmak zorundadır. Sadece oyunda kal. Sana ne derlerse desinler. 

Ve Sonunda Thales Dedi Ki:
“Ben bilgiyi yalnızca gerçeğe ulaşmak için ararım, zenginlik için değil.”
Bu, her şeyin maddi kazanç uğruna yapıldığı bir dünyaya verilmiş en güzel derslerden biridir.
Ve çok yakında...

Thales’i çok daha iyi anlayacaksınız.

Çünkü hepimiz bir gün kendi kuyumuza düşeriz. Ve oradan yıldızlara bakmayı öğreniriz.

Cunku , hayat , her zaman ogretiyor.
                                                                                       Yigit Brave Cesur | Apr 6, 2025

For English - Follow me my Linkedin
The Well of Thales


Bugün

BUGÜN   Yeni bir hikaye yazmak gerek.  Miladı bugün ,  Tıpkı reenkarnasyon gibi. Ve hikaye başlar.               Yigit B. Cesur             ...